10 Eylül 2017 Pazar

Umarım ve dilerim...

Mackolik sitesini seviyorum.

Ufak tefek hatalarına rağmen geçmiş sezonları 'meraklısına' hafta hafta takip etme imkanını veriyor.

Geçen sezon 14.hafta...Aralık ayı.

Sezona berbat bir giriş yapan Fenerbahçe Antalyaspor deplasmanına çıkıyor.
Cüneyt Çakır'ın yıldızlaştığı(!) maçta Sow'un golü sayılmıyor, Fenerbahçe'nin 3 net penaltısı buhar oluyor.

Sow'un golünün nizami olmadığını anlatmak için aynı saatlerde "kural kitabı" çıkıyor, lig sonuna kadar da bir daha çıkmıyor...

Fenerbahçe'nin liderle arasındaki puan farkı 4 olacakken 7 oluyor.

2009-10 sezonu 12.hafta... Kasım ayı.

Fenerbahçe Kayseri deplasmanında 1-1 berabere kaldığında o yıl foto finişle şampiyon olacak Bursaspor Fenerbahçe'nin 8 puan gerisinde.

Örnek çok, yıllardır anlatmak istediğim şeyse aynı: Şampiyonluk sonbaharda kışta değil ilkbaharda kazanılıp kaybedilir.

* * * 

Peki bu yıl Fenerbahçe şampiyon olabilir mi ?

8 resmi maçta da felaket goller yemiş, henüz santrforları tek gol atamamış bir takımdan bahsediyoruz. Üstüne ülkenin solundan daha beter bir solumuz var.



2014-15 sezonunda bir yazımda "Fenerbahçe camiası hiç bu kadar inançsız olmamıştı" yazmışım, bu durumda da değişiklik yok...

MHK ligin kaderini etkiliyor. Bazılarına "hakemi de yeneceksin" deniyor. Bazılarına "hakem hatalı karar vermiş olabilir ama 10 kişi kalsalardı yine de kazanırlardı" deniyor, hiç kalmasa da...

Fenerbahçe'nin futbol adına sahada yaptığı mücadele sonuçlara yansımıyor. Zaten "böyle oynasınlar,formalarını terletsinler gerekirse 5 maç kaybetsinler" duygusallığı yerine "1-0 kazanıyoruz ama futbol bizi tatmin etmiyor" snopluğunu tercih ederim. Top çizgiyi geçmezse anlatacağınız hikaye tatmin edici olmaz...

Tekrar sorayım, bu yıl Fenerbahçe şampiyon olabilir mi ?

Zor. Zor ama imkansız olmadığını yazının girişinde izah ettiğimi sanıyorum... 

Aykut Hoca'nın çok kullandığı iki kelimeyle son cümleye başlayayım: Umarım ve dilerim, takım ritm bulup kazanma serisine başladığında çok geç olmaz...

22 Mayıs 2017 Pazartesi

O gece bitti

Fenerbahçe bir mutlu sabaha uyandı.
Dün gecenin sabahı mıydı bu ? 
Yoksa son 11 yılın sabahı mı ?

Avrupa'nın devler arenasına 3 yıl önce, biraz da ürkek ilk adımlarını atan Sarı Kanaryalar, bu kez kendi evinde Salvador Dali çılgınlığında bir eser oluştururken, rakiplerine öne geçme fırsatı dahi vermedi. Devlik tescilinde şüpheye yer bırakacak her açık, ter, akıl, tecrübe ile kapatıldı.

Daha önce örgü örerken kollarını o şekilde çeviren ablalar "hatalı yürüme" hareketini herkesten önce kaptılar. Hatalı yürüme deyince, "eteğim mi açıldı acaba" diyen teyzeler üçlükler için dualar etti, adaklar adadı. Bu sabah 3-C'nin hocası yoklama yaparken soyadları söyledi, sınıf hep bir ağızdan ismi, adı söylenen ayağa kalktı ve son yılların en zevkli dersi oldu. Kadırgalı taksici Can Kelkitli arabasının arkasına "Uçalım Kelkitli" yazdırdı...

Fenerbahçe kendini iyi huylu bir kedi gibi herkese sevdirdi.

Tarifsiz acılar ile kaybedilen finallerde, kanırta kanırta alınan şampiyonluklar için kurulan kumpaslarda içine akıttığı göz yaşlarını dün gece doya doya akıttı Fenerbahçeliler. 

Onun için uyanılan,  kimileri için sünger görevi yapmış uzun bir gecenin sabahıydı.

* * *

Fenerbahçe'nin yıllardır yaptığı "tarifi zor" işi  Ali Ufuk Peker, çok değil bir kaç hafta önce kaybedilen bir finalden sonra yazmıştı:   "Her zaman her yerde en büyük olmak için önce her zaman her yerde olmak gerek

Fenerbahçelilerin final sendromu diye kendilerini hapsettikleri odanın kapısı menteşelerinden yıkıldı.

O gece bitti. 

Şimdi bir başka gece başlayacak.

Yolculuk devam ediyor.
Kazanılacak ve kaybedilecek çok final var.

Galiba tek önemli olan o yolculuk da değil. 

Dün gece siyah beyaz damalı top turuncu ile yer değiştirmeye başladı.


Dün gece Sinan Erdem'deki mutlu azınlıktan biriydim. Seyircinin taraftara evrildiğini, Avrupa'nın en büyük kupasının kalktığını gördüm. Türkün kalbi senle atar sözlerinin canlandırması olan o meydanlarıysa sonra... Fenerbahçe'nin büyüklüğü hakkında fikrim var sanıyordum, yanıldığımı anladım... 

"Bir Gün Herkes Fenerbahçeli Olacak" sözü dün gece benzeri bir zaman için mi kehanetti bilinmez ama bir geceliğine herkes Fenerbahçeli oldu, çoğu da tekrar bırakmamacasına...

Teşekkürler Fenerbahçe !
Varlığın için, kupa için ve ezberlettiğin İzmir marşı için...

8 Mayıs 2017 Pazartesi

Derbinin Anatomisi

Türkiye'nin Barcelonası olarak gösterilen Beşiktaş'ın, Fenerbahçe'yi 3 maçta da yenememesini hangi futbol bilgisiyle açıklasak ? En iyisi tesadüf ve şanssızlık demek. Evet, evet şansızlık...

Soruyu tersten soralım, kafamız çalışsın. Peki bu maçta Fenerbahçe neden Beşiktaş'ı yenemedi ?

Beşiktaş pas bağlantılarını iyi kurarken Fenerbahçe kuramadı. Bu birincisi. İkincisi İsmail, hala Beşiktaş'ın oyuncusu değildi ve Fenerbahçe solu sayesinde yol geçen hanına döndü . Üçüncüsü Beşiktaş ilk yarıda 9 kişi kalması gerekirken, kalmadı... Sonra o 9 kişi kalmak da Fenerbahçe'ye kısmet oldu.

Volkan 90 dakika kalesinde bir numara olduğunu gösterdi ama yayıncı kuruluş Volkan'a yapılan hareketi ayıp diye göstermedi. Haklı ayıptı. TRT'de "Velev ki Talisca el hareketi yaptı, yav ne olacak ? Bunun sonucunda hakeme gitmenin, olayı büyütmenin sebebi nedir ?" diyen bir başka filozof Giray Hoca gece gece güldürürken düşündürdü. TRT'de...

Fırat Aydınus için "kartlar hariç çok iyi maç yönetti" dendi ve korkarım şaka değildi.

Zaten sezon başından beri Beşiktaş sansız, Fenerbahçe beceriksizdi. 

Salih, Konya ovası kadar düz ve kurak Fenerbahçe orta sahasında Michelangelo gibi kaldı. Hala hayranı olduğum Robin Van Persie'nin yanında Emenike etkili kaldı. Bu ayrıca üzücüydü...

Fabri bitime saniyeler kala derbi tarihine geçti.
Golden sonra bizim Zeytin kayboldu 

Fenerbahçeliler beraberliğe sevinmesin fetvası verildi.
Bu Zeytin kaybolmadan önceydi.

Şenol Güneş "hakem 4 dakika uzatma verdi, 3 verse gol olmayacaktı" dedi.

Yurt sathına yayılmış ikili, üçlü Beşiktaşlı muhabbetlerinde  "iyi ki Başakşehir'i yendiler" dendi.

Bir adam, Fenerbahçe sadece derbilerde üstün olduğu için değil, yarışta olmadığı sezonlarda kimseye iltimas geçmediği için 'büyüklüğünün adı konamaz' yazdı.

Zeytin golden 2 saat sonra ortaya çıktı.

Ödüm Patladı...






24 Nisan 2017 Pazartesi

Sezginin önemi

Bir anne için çocuklarının isteklerini yerine getirememek kabullenmesi çok zor bir durum. Hele baba da yoksa... 

Futbol oynamak isteyen bir çocuk ama elde yok avuçta yok... 

Anne tek başına gece gündüz çalışıp çocuğunun bu tutkusunu yerine getirmeye çalışıyor. Her sabah 5.00'de kalkan aile yola çıkıp 2 saat uzaklıktaki bir şehirde antrenmana yetişiyor.

Bir sabah anne o günkü ulaşım parası olmadığını anlayıp komşusunun kapısını çalıp para istiyor. Bu parayla bir kaç gün idare ediyorlar ama taşıma suyla değirmen dönmez.  

Anne zor kararı verip, küçük çocuğu karşısına alıp çaresizliğini anlatıyor... 

Aslında bir çıkış yolu var. 11 yaşındaki çocuğun o tesislerde yatıp kalkması... 

Ama bu çıkış yolunun önünde 2 taş duruyor. Birincisi çocuk bu iş için çok küçük, kulüp kabul etmiyor. İkincisi ailesinden uzak kalacak...

Kulüp olmaz deyince çocuk boynu bükük evinde ve futbolun uzağında kalıyor. 

Tekrar anne mi devreye giriyor, kulüp mü yumuşuyor bilemiyoruz ama "peki gelsin bakalım" diyorlar. Dünya milenyumu kutlarken çocuk da topla buluşmasını kutluyor... 

Haftasonları, tatillerde kulüpte kalan küçük oyuncular ailelerin yanına giderken bizim kahramanımız ya tesislerde kalıyor ya da davet eden olursa, arkadaşlarının ailelerinde...

Anne çocuğuna çocuk annesine hasret.

Futbolcu olmaya niyetli çocuk zor günlerinde, dindar birisi olan annesin "hep çalış" öğüdünü tutuyor.

..

..

..

Yıllar yıllar sonra bir başka zor günde hasta olmasına rağmen serumla maça çıkıyor ve



Bir annenin "oğlum futbolcu olacak" sezgisi.
Uzak bir ülkede milyonların "Fenerbahçe kazanır" sezgisi.

Maçın anlatılacak hikayesi az ama golü atanın kocaman bir hikayesi varmış...

Derbi sonrası Josef de Souza programını tekrar yayınladıkları için FBTV'ye teşekkürler. Kaideyi bozmadığı için de Fenerbahçe'ye...

3 Mart 2017 Cuma

Zaman Tünelinde Futbol




Olaylar, bir arkadaşımın arayıp "maça gidelim mi?" demesiyle gelişmeye başladı.

Navigasyon yardımıyla kendimi Bahçelievler Stadında buldum.
Spor Toto 2.lig beyaz grup maçı İstanbulspor-Hacettepe !
Vay be,her iki takım da 10 yıl öncesinde süper lig mücadele ediyorlardı.

İstanbulspor geçen hafta olaylı bir maçla liderliğe yükselmiş.
Ondan mıdır, hep öyle midir bilmiyorum stadın etrafında güvenlik önlemi fazla.
Stadın giriş bölümü bir sokakta ve o sokağın diğer tarafında apartmanlar var.

Polis her gelene nereye diye soruyor ama sabahçı çocukları okuldan alan, öğlencileri okula götüren anneler barikatı sorgusuz aşıyorlar. Tabii sokaktan her geçen polisleri görünce "maç mı var, kimin maçı var ?" diye de soruyor. Benim önümdeki amca kimin maçı var sorusuyla yetinmeyip polise "Hacettepe nasıl takım ?" diyor. Polis de "alt sıralardalar, çok iyi bir takım değilmiş" diye bilgi veriyor...

Pasolig yok. 1 TL'ye bileti alıp, görevliye yırttırıp, içeri girmek 1 dakika bile sürmüyor.

Bu arada ellerinde orta büyüklükte bavullarla içeri giren 4-5 kişi valizleri açıp mesleki aletlerini çıkarıyorlar.  Trompet, davul... İstanbulspor'un bandosu !

Takımların ısınma hareketleri bitince top toplayıcı çocuklar birbirlerine şut çekmeye başlıyorlar.
                               
                                IMG_8372.JPG görüntüleniyor

Aklıma, yıllar yıllar önce başlamasına saatler olan maçlarda, top toplayıcı çocukların dörderden yaptıkları mini maçlarda gollere, çalımlara tezahürat yapılması, hatta iki takım taraftarı varsa birer grubu tutup harbi desteklemesi geliyor. 

İstanbulspor taraftarı olarak bandonun yanına konuşlanmış, bir kısmı sahaya arkasını dönmüş gençler ve tribüne serpilmiş paltolu, siyah-sarı atkılı orta yaş ve üzeri abiler var. 

Kadrolara tanıdık birileri var mı diye bakarken bir Fenerbahçe efsanesini görüyoruz.
Efsane derken bu tanımı hak eden birisi.
Kadroda değil ama 2 sıra arkamızda oturmuş maçı izliyor: Nezihi !

Maraton alt tadındaki yerimizde izlemeye başlıyoruz maçı. 
Arkadaşım İstanbulspor'u geçen hafta da izlemiş, oyuncuları tek tek anlatıyor. Misal İstanbulspor'daki Onur Fenerbahçe'deki Diego'nun akıllısı ve daha teknik olanı...

Stadı çevreleyen tel örgü alçak değil mi derken bir şut caddeye gidiyor.
Karşı tellerin üstünden dışarı giden 2 top da geri gelmiyor.
Gerçi top toplayıcı çocuklar tellerdeki delikten geçiyorlar ama yan arazi tarafına inmiyorlar.

Maçtan sonra gördük. Arazide bağlı da olsa her harekete sinirlenen bir köpek var.

Küçük maçlara odaklanmıyorlar diye kızdığımız futbolculara hak veriyorum.
Çünkü maçta dikkat dağıtacak çok şey var.
İstanbulspor bandosu bilinen tüm tezahüratları şarkı olarak çalıyor.
Geçen hafta takım liderliğe yükselince "Bir İstanbul Masalını" çalmışlar !

Derken,  kirli beyaz bir kedi, duvardan atlayıp korner direğinin yanında maçı izler gibi sahaya bakmaya başlıyor. İstanbulspor sağ bekinin kulvarında dolaşıp yan arsaya tellerden girip,belki köpeği görüp geri geliyor. Sakince yalanıp, taç çizgisine paralel gezinip, geldiği duvardan stadı terk ediyor.

Devre 0-0 bitiyor.
Hakem soyunma odasına girerken tribünlerden "hoca adil yönet" sesleri yükseliyor ama hakemlik pek bir şey yok ortada. Meğer olacakmış. Bazen taraftar hisseder.

İkinci yarıda lider İstanbulspor golü bulup 1-0 öne geçiyor.
Bando Şina Nari'ye geçiyor.
Derken, nadir gelişen Hacettepe akınlarından birinde hakem haklı bir penaltı düdüğü çalıyor.
Düşmeme mücadelesi yapan Ankara takımı 83.dakikada 1-1 yapıyor.

                                IMG_8375.JPG görüntüleniyor

Son dakikalarda İstanbulspor tüm hatlarıyla gol peşinde.
Engin Baytar da 89'da oyuna giriyor.
Sadece statta değil çevre binalarda da hayat (ve inşaat) durmuş durumda.


IMG_8376.JPG görüntüleniyor
Ben şu 7 numaradan daha iyi oynarım
90+6'da Engin Baytar'ın geliştirdiği atakta top çizgiyi geçti mi geçmedi tartışması var.
Bu tip maçlarda piero yetkileriyle donatılmış tek isim hakem ve o da devam diyor.

Maç 1-1 bittiğinde hakeme ciddi tepki var. 
Polis "hadi durmayalım, boşaltalım beyler" diyor.
Karşı apartmandaki 2 teyze camdan çıkan kalabalığı ilgiyle izliyorlar.

Protokol tribünün önünde yaşlı bir abi çevresindekilere "hoca göz göre maçın gittiğini anlamadı. Bir tek Şaban ile gol mü aranır. Bu hocayla şampiyonluk hayal, istifa etsin" diyor. İstanbulspor lider ! Futbol Türkiye'de en alt liginden en üst ligine çok benzer ifadelerle anlatılıyor. 

Çocukluğumdan futbol anıları yaşatan İstanbulspor ve Hacettepe'ye teşekkür ediyorum.
Artık önümüzdeki maçlara bakacağız.

6 Şubat 2017 Pazartesi

Fenerbahçe'yi tanı ama kızdırma

Halit Umut Meler Fenerbahçe-Gençlerbirliği maçının 10.dakikasında İsmail Köybaşı'nı hatalı bir karar ile atmasa belki de bu eşleşme olmayacaktı...Kısmet.

1983'den beri kupada 14 maçta rakibine galibiyet imkanı tanımayan Beşiktaş kendi evindeki bu maçın favorisi olarak görülüyordu ve görenler haklıydı. 

İslam Çupi'nin güzel bir sözü var "Fenerbahçe'yi tanı ama kızdırma" diyor.

Kulübün kısa dönem hafızası dahi bir futbol takımının hatta bir spor kulübünün başına gelemeyecek gerginlikler ile dolu. Bu gerginlikler ile çok şey kaybetti Fenerbahçe ama... İşte amadan sonrasında anlatılacak çok hikaye de yazdı. 

Rakip teknik veya akil adam olsam "ne yaparsanız yapın bunları kızdırmayın" derdim. İşte 7 gün önce 3 farklı kazanan Kayserispor örneği...

Beklentilerin tersine sahaya istediği atak futbolu sergileyemeden başladı Sarı Kanaryalar... Belki de Beşiktaş izin vermedi. Yine de Lens'in ayağından açılan top 10cm geride kalsa derbiye gol ile başlayan Fenerbahçe olurdu. Beşiktaş Babel ve Querasma ile tehlikeli, Talisca ile etkili oldu. 

Kadıköy'de Lens'e uçarak girip atılmayan Tosic hakkını bu maçta kullanmak istedi. Gerçi pişman olmuş olmalı, yeni bir Cemal Nalga-Tufan hikayesiyle kılık değiştirip maçı yandan izledi.

Ali Palabıyık dört dörtlük bir maç yönetti. Volkan'ın  karnının Marcelo'nun dirseğine çarpmasına kanmadı. Lens'in attığı golde hepimizin mahalleden bildiği "oğlum kaleci kalesine geçsin, oyun öyle başlayın" ilkesine sadık kaldı. Haftalardır forma şansı bulamayan Aras'ın da oyuna katılımına izin verdi. Kendi sahasından çıkıp gelen Josef'in yetkisi dışında işlere karışmasına izin vermeyip ofsayt düdüğünü çaldı. 

Kanat oyuncusu diye alınıp asist makinesi çıkan Lens yine boş durmadı. Gol Robin Van Persie'ye yakıştı. Yakışmayanları izleyince kendi anlayacaktır... 

Bir hikaye anlatalım. Robin Van Persie'nin Arsenal'daki ilk sezonu. Southampton deplasmanındalar. İlk yarının son dakikasında rakip 10 kişi kalıyor ve Arsenal 1-0 öne geçiyor. Devre arası soyunma odasında Arsene Wenger "Hakem bizden de birini atmak isteyecektir, Robin sarı kartın var dikkat et. İlk aday sensin" mealinde uyarıda bulunuyor. Robin da "tamam" diyor. Tamam diyor ama 52'de ikinci sarı kartı görüp atılıyor. Üstüne Southampton  bir gol atıyor ve maç 1-1 bitiyor. Biyografisinde Robin Van Persie " Maçtan sonra Arsene Wenger'den sağlam bir fırça yiyeceğimi düşündüm" diyor ama Fransız hoca ağzını açmıyor. Bir gün, iki gün, üç gün hiç bir şey söylemiyor sonra yanına çağırıyor Robin'i ve "büyük futbolcu olmak istiyorsan yapman gereken bir şey var" diyor ve susuyor. Hollandalı "nedir?" diye sorarak tuzağa düşüyor... "Onu sen bulacaksın" diyen Wenger uzaklaşıyor. Van Persie "eğer bana şunu yap bunu yap dese dinlerdim ama bir iki hafta içinde unutabilirdim. Ama düşün deyince iş farklılaştı hayat boyu yapmam gerekenler olduğunu anladım" diyor...Hikayeyi uzatmayayım, düşünüp "daha çok çalışmaya, ilave antrenman yapmaya karar veriyor" Advoocat ile konuşacaklardır.

Laf hocalardan açılmışken.

2011-12 Türkiye Kupası finali devre arasından bir fotoğraf koyalım.



Dünkü maçtan da devre arası bir fotoğraf koyalım ve Arsene Wenger gibi ortak ismi bulmayı okuyana bırakalım.


Alper ve maçın adamı Josef'i  bu maçtaki özverileri için kutlamak gerek. Sakin kaldıkları için de Kjaer başta tüm takımı. Beşiktaş'ı yenmek, hem de sahasında hiç kolay iş değil. Talisca çıkmasaydı daha da zor olurdu. Ama pardon bu hafta "hakem konuşulur"  

Fenerbahçe Beşiktaş'a karşı seriyi kırdı. 
Moral olarak turdan fazlasını kazandı. 
"Üst akıl" olarak bir kez daha büyük maçları kolay kaybetmiyorum dedi. 

Kupa özelinden konuşursak, sanki TFF yetkilileri dünya üzerindeki kupa uygulamalarını çift maç, tek maç, grup  masaya yatırıp tartışmaya başlamışlar. Öğle paydosu yaklaşınca da "seçmek zor, hepsinden karışık yapalım" demişler. Kupa'da 7. maçından sonra ancak çeyrek finale çıkabiliyorsun ! 

Kupa şampiyonluğu bir gece kutlanır, Lig şampiyonluklar ömür boyu hatırlanır. 
Yine de benim görüşüm sabit, katılıyorsan kupayı almak için elinden geleni yapacaksın. Fenerbahçe'yi de tanıyacak ama kızdırmayacaksın...

23 Ocak 2017 Pazartesi

İstanbul’un ikinci Ayasofya'sıdır Fenerbahçe

İslam Çupi bir yazısında “İstanbul’un ikinci Ayasofya'sıdır Fenerbahçe” ifadesini kullanır. Tarih, estetik, güzellik, farklılık, ustalık ve kutsallık… Fenerbahçe veya tuttuğu takım bir çok kişinin hayatında böyle bir yere sahiptir. Peki Fenerbahçe’yi özel yapan nedir ?  Yazının muhatabı Fenerbahçeliler, onlar bilirler ama hatırlatalım.

1959 sonrası ligde 1926. maçını oynayan Fenerbahçe ligde en çok galibiyet alan, en çok gol atan ve en çok puan toplayan takım olmuş. Ligler tarihimizden gelip geçen hiçbir takım ikili galibiyet sayısında Sarı Kanaryalara üstünlük kuramamış. Ulusal şampiyonluk olarak  28 şampiyonlukla tüm rakiplerinin uzak ara önünde şampiyonlar şampiyonu,  onun için de meydan okunan takım hep Fenerbahçe olmuş.  

Ligdeki tüm takımlara karşı kendini oynar bulmuş Fenerbahçe. Bu övünülecek bir şey midir yoksa işin içinde gereksiz bir meydan okuma var mıdır tercih okuyanın.  Nazilli’den çaycı Akif “Siz Hepiniz. Biz Tekiz” demiş. Çok şampiyonluk kupasını rakiplerinin müzesine yollasa da Fenerbahçelilerin çoğu Akif’e helal olsun demiş… Fenerbahçe o pankartın açıldığı maçta 3-1 geriye düşmüş, 5-3 kazanmış...



Fenerbahçe’yi bugün tutanların, babaları da dedeleri de hep şampiyonluğu kovalayan taraftar olmuşlar. Çok final kaybediyor diye dalga geçilse de Fenerbahçe ikincilik şampiyonluğunu da kimseye bırakmamış… Kendi hata yapmış, kaybetmiş. Sahaya atılan binlerce konfetiye çalım atması beklenmiş, kaybetmiş. Hakemi de yensin denmiş, yenememiş kaybetmiş. Himmet ve duayla işi götürecek bir biatı olmamış, kaybetmiş.  Kendi için hazırlanan Sevr’i yırtıp attığında 12 Mayıs’ı yaşamış, kaybetmiş…

Az da olsa ligin figüranı olduğu sezonlar da olmuş. Ama taraftar sayısında liderliği bırakmamış. Onun için İslam Çupi onun taraftarına “Sarı-lacivert masal kahramanları” demiş.

Sarı Lacivert masal kahramanları içinde takımdan soğuyanlar, küsenler, başkanına tavır olarak maça gitmemeyi tercih edenler olduğu ve Fenerbahçe’nin en güçlü olduğu o geminin su aldığı bir gerçek.

Derken, İstanbul’un çok soğuk bir gecesinde ligde 4.sıradayken oynadığı bir maçta bir oğlan diz çöküp evlenme teklif etmiş , eli öpülesi bir anne görme engelli kızına maçı anlatmış

Fotoğraf Tolga Ferhatoğlu
ve Fenerbahçe o sene yenilmeyen lideri yenivermiş...

Futbolu anlatmadan bir maç yazısı oldu galiba. Önündeki üç takımla (Başakşehir, Beşiktaş, Galatasaray) sahasında oynadığı 3 maçta kalesine 3 isabetli top gelmiş Fenerbahçe’nin... Okyanus’u geçtikten sonra Ayamama deresinde boğulmuş. Hakem konuşmak Fenerbahçe’ye yasak olmuş. Hakemler de bu yasağa uyup Fenerbahçeli oyunculara “faul var mıydı ?” diye sormamışlar…

Ayasofya ve Fenerbahçe…

İslam Çupi’ye rahmetle.

16 Ocak 2017 Pazartesi

Rocky-7


Serkan Çınar'ın maçın 16.dakikasındaki penaltı pozisyonunu görememe, çözememe ihtimali yok. Bu pozisyonu anlatmadan maçın yorumunu yapma ihtimali de...



MHK'nin vasat prenslerinden biri olan Serkan Çınar ligin 2.haftasında da Fenerbahçe-Kayserispor maçında Simon Kjaer'i ağır bir kararla atmış, pozisyon öncesinde Stoch'a yapılan açık faulü süzememişti (!) O maçın son dakikalarında Fernandao rakibin sert darbesiyle sakatlanmış, sezonun ilk yarısında oynayamamıştı.

Turgay Şeren sezonunda Ulusoy dönemini geçen hakem skandallarıyla boğuşan Fenerbahçe, kanıksatılmış "Hakemi de yeneceksin arkadaş"  söylemine uygun maçlar da çıkarıp kazandı. Ancak Rocky filmi bile 6 bölüm çekildi, Fenerbahçe sezonda 20 bölüm çekemez. Zaten neden çeksin ? 

Serkan Çınar'a rağmen Fenerbahçe maçı kazanabilir, yeni bir Rocky filmi çekebilirdi. Itandje da ona izin vermedi. Müthiş refleksler ile toplar çıkardı. Adanaspor  takım olarak her dakika iyi mücadele etti. Kimse yere yattılar diye kızmasın. Sakatlık veya değil, oyuncu yere yatar. Hakem maçın sonuna klasik 3-5 dakika yerine 12-13 dakika ilave ederse bu alışkanlıktan vazgeçerler. Adanaspor'da çok güzel bir gol atıp, bir de asist yapan Magaye Guaye Senegal olimpik takımında oynamıştı ama A takıma seçilemedi. Seçilse Sow abisiyle beraber Gabon'da olacaktı...

Volkan-Sow-Kjaer üçlüsünün eksikliğini Fenerbahçe hissetmez diye düşünmüştüm, yanılmışım. İşin kötüsü Volkan-Sow kısmı bir süre daha devam edecek...

Advocaat maç sonunda Atıf ile başlama tercihinde hata yaptığını söyledi. Ancak futbolda her şey topun çizgiyi geçmesiyle alakalı. Penaltı pozisyonu gol olsa (ligimizdeki gol olma oranı %80'e yakın) Atıf gündeme gelir miydi ? 

Skrtel 4 golün de içinde yer aldı. Yenilen ilk golde Atıf'a attığı zehir gibi pastı. Kjaer ile iyi bir ikililer, ağır Roman ile uyumsuzlar. İkinci yarıda skora tepki gösterip sarı kart sınırındaki hırsıysa takdire değerdi.

Lens ligimizin sağ kanattaki en iyisi. Sol  kanata oynarsa iyilerinden. Solda hızı ve verimliliği düşüyor. Karavayev değişikliği sonrası solda çabaladı. Sağa dönünce çabaları pozisyona döndü. 

"Fenerbahçe de Adanaspor'u bir zahmet yeniversin" yazarak çok sempati toplamak mümkün ama Fenerbahçe her hafta Rocky-7'yi çekemez. Bunu yazmak gerçeğin kendisidir.

Lig bitti denirken Fenerbahçe geri dönme becerisini göstermişti. Antalya'da Cüneyt Çakır'ın, Adanaspor maçında Serkan Çınar'ın hataları(!) olmasa  bugün bambaşka bir lig konuşulacaktı. Bundan rahatsız olmamak ve Fenerbahçeli olmak mümkün mü ?

Başakşehir maçı Fenerbahçe için geri dönüşün ilk maçı olacaktır.

4 Ocak 2017 Çarşamba

2016'da okuyup beğendiğim kitaplar



Meraklısı için 2014'de okuyup beğendiklerim ve 2015'de okuyup beğendiklerim 'i yazmıştım. Sıra 2016'da.
...
Bu yıl kitap adedinde hedefimin gerisinde kaldım.
Geçen yıldan 1 kitap az okurken sayfa sayısını 2000 artırıp rekorumu bu kategoride ileri götürdüm. Verimli bir yıldı.

2016'nın ortalarında hayatıma girip, kolaylaştıran bir dostum oldu:



Bir sene önce e-book benim için son derece gereksiz, züppece bir aletti. Hala da kitabın da yerini tutmaz ama büyük kolaylık. Kitaplar konusuna sohbet etmekten en keyif aldığım dostlarımdan Tankut ile uzun uzun tartışıp, Kobo mu Kindle mı diye onlarca kişiye sorup Kobo'da karar kıldık ! Doğru kararmış... En çok merak ettiğim/edilen sorunun cevabı da: hayır kesinlikle göz yormuyor. Ipad veya telefondan okumak net yoruyor !

Geçen yıl 2016 için 10 civarı e-book okurum demişim ama sene 21 e-book ile bitmiş ! Tatilde, şehir içinde toplu taşımada müthiş kolaylık.  Yurt dışından kitap getirtip kargoya para ödeme konusu da tarihe karıştı :)

Futbol üzerine okuduğum Quiet Leadership- Carlo Ancelotti ve Leading Alex Fergusson kitapları futbola bakış açımı değiştirecek kadar etkileyiciydi... I Think therefore I play-Andera Pirlo yıldız bir futbolcunun, My Turn-Cruyff bir süperstarın  Mustafa İzzet'in Muzzy kitabı orta sıra bir İngiliz futbolcusunun bakış açısını göstermesi açısından çok güzeldi. Oyunu Okumak-Moritz Rinke ve Harika Portakal-David Winner da çok etliyici futbol kitaplarıydı... Yaşamaya Mecbursun-Bülent Gürsoy maalesef piyasadan satın alamayacağınız nefis bir futbol öyküsü. Sonu ağlatıyor...

Efsane koç John Wooden'ın Hayat için Oyun planı  takım oyununu nefis anekdotlar ile anlatan bir basketbol kitabı. Kazanmak Yetmez-Sarunas Jasikevicius berbat tercümesi olan güzel bir kitap. Obradoviç pasajları için bile okunur.

Paul Auster ve Neil Geiman'ı ilk defa bu yıl okudum. Paul Auster'a New York Üçlemesi,Yanlızlığın Keşfi, Kırmızı Defter ile  Neil Gaiman'a Amerikan Tanrıları ve Yolun sonundaki Okyanus ile giriş yaptım. Her ikisiyle de ilişkim devam eder...

Önceki yıllarda tavsiye üzerine Ahmet Ümit'in İstanbul Hatırası'nı okmuş, güzel ama bir daha okumam demiştim. Bu yorumumu paylaşınca "asıl sen Beyoğlu Rapsodisi'ni oku" yorumu gelmişti. Onu da okudum. Yorumum değişmedi. Sultanı Öldürmek en güzelidir diye çok yorum gelinde bu yıl okudum. Şizofreni,aşk, tarih üzerien çok derin ve güzel bir kitapmış. Sadece İstanbul'un fethini öğrenmek için bile okunur. Kar Kokusu da nefis bir kitapmış... Sırada Elveda Vatanım ve Bab'ı Esrar var...

Çok beğendiğim Dave Eggers'in Vahşi Şeyler benim için hayal kırıklığı oldu. Çember'i aldım,sırasını bekliyor...

John Verdon'un gol kıyısındaki evi, sakin ve akıllı karısı, polis dostları, kahve içme sevgisi artık çok tanıdık geliyor. 2016'da 3 kitabını okudum. Şeytanı Uyandırma ve Kurt Golü Nefis, Peter Pan ölmeli güzeldi. En güzeli diye soran olursa Kurt Gölü ve Şeytan'ı Uyandırma arasına yazı tura atarım...

Amerikan salaklığını / israfını/cehaletini ve savaşın pazarlanması (herkes bize düşman) çok güzel anlatan Ben Fountain'in Bana Kahraman olduğum söylendi çok güzel bir kitaptı.

Hayvanlardan Tanrılara Sapiens-Yuval Haon Harrai müthiş bilgiler içeren bir kitap. Ateizm övgüsünün dozu kaçmış. Yine de okunmalı. Etkileyici !

Grange, Lontano ile iyi bir dönüş yaptı. Kızıl Nehirler, Taş Meclisi, Leyleklerin Uçuşu tadını yakalamış.

Favorim Murakami'nin Elephant Vanishes kısa hikayelerden oluşan müthiş bir kitap. Zemberek Kuşunun Güncesi'nin bir bölümü ve Uyku da içindeki hikayelerden...E-kitap olarak İstanbul içi toplu taşıma içinde okudum ve bitirdim. Sputnik Sevgilim 2002'de yayınlanmış ama Türkçe'ye bu yıl çevrildi. Hırsızlık yapan çocuğun olduğu ve Yunan Adaları bölümü çok güzeldi. Strange Library Türkçe olarak da çıktı, kısacık bir öykü ve güzel !

Aşk Hak Edilmeli-Daria Bignardi, Küdüsün Güvercinleri-Melih Esen Cengiz, Pabloyu Öldürmek-Mark Bowden,Olasılıksız-Adam Fawer,  Kibrit Ev-Murat Dural sene içinde okuyup beğendiklerimden.

Gelelim 2016 yılının en iyilerine:

7. Kadınsız Erkekler-Haruki Murakami

2014'de çıkmıştı bize 2016'da Türkçe'ye çevrildi. Çoğunluğu "aldatmak" temalı kısa öyküler. Yesterday, Drive my car ve Kino en beğendiklerim oldu.



6. Ateş Kırmızısı- Orhan Bahtiyar


Orhan Bahtiyar'ın Gece Tayyarede Açıkta ve Elohim'in Çocukları kitaplarını daha önce okumuş ve çok beğenmiştim. Ateş Kırmızısı Abdülhamid döneminde İstanbul'a yolu düşen bir ressam Fausto Zannaro'nun nefis hikayesi. Resimlerinin içinde de sırlar, sürprizler var...


5.Kırmızı Saçlı Kadın-Orhan Pamuk


Orhan Pamuk'un siyasi görüşlerine katılmam ancak 1987'de okuduğum Beyaz Kale'den beri romanlarının hayranıyım. Benim Adım Kırmızı dışındaki tüm kitaplarını da çok beğenerek okudum. benim adım kırmızı'ya iki kez başladım, gitmedi. Gülay Kıratlı hocam "İngilizcesini oku dedi" aldım, ilk fırsatta.

Kırmızı Saçlı kadın "Kuyu" üzerine kurulu (Murakami'nin de favori konularındandır) Gençlik, değişim ve aşk üzerine büyülü bir hikaye.


4. Bir Kuzgun Yaz-Mehmet Ünver


Türk edebiyatının keşfedilmemiş veya hak ettiği değeri henüz almamış yıldızlarından birisi Mehmet Ünver. İzansız Mahalle son yıllarda okuduğum en güzel romanlardan biriydi. Bu kitabı da mekan ve anlatım olarak İzansız Mahalle'ye çok benziyor. Fedakar bir anne, ailenin sorumsuz dayısı üzerine mizah ve hüzün dolu bir eski İstanbul hikayesi. 



3. Komik Kız- Nick Hornby


Açık söyleyeyim kitap çok monoton başladı. Nick Hornby gibi kült bir yazara ait olmasa bırakırdım. Sonrası müthiş gitti. İlk yarısı 0-0 biten maçı 5-0 gibi kazanmak gibi...Hayatı, hüznü kimse Nick Hornby gibi sade ama vurucu kelimelere dökemez. Türkçeye çok iyi çeviren Zeynep Baransel'in de adını yazdım bir köşeye...


2. Kayıp Şeylerin Bakım Kılavuzu- Jonathan Evison


Hayatı kaybetmek üzerine kurulu bir adam tekerlekli sandalyeye bağlı bir çocuğun bakıcılığını yapmaya başlar. Bir yolculuğa çıkarlar... Aramak, özlemek, keşke demek üzerine. Meraklısına Evison'un, henüz okumadığım 3 kitabı daha var ama Türkçe'ye çevrilmiş tek kitabı maalesef bu. 




1. Son Hafriyat-Emrah Serbes


Full melankoli ve nefis anlatımlı Hikayem Paramparça ve Bir Ankara Polisyesi'ni daha önce okumuştum.Anlatımında, Atilla Atalay'ın kitaplarının sonundaki hikayelerdeki samimiyet ve mükemmellik var demiştim. Ancak Son Hafriyat onlardan da iyiymiş . Bir de Ayrancı'da doğmuş büyümüş bir Ankaralı olarak mekanlar tanıdık. Senenin en son okuduğum ve en beğendiğim kitabı oldu. Deliduman'a başladım, o da 2017'de dereceye girer...