29 Aralık 2015 Salı

2015'de okuyup çok beğendiklerim.

Geçen yıl okuma hikayeme şu yazıyla bir giriş yapmıştım.

2015 en fazla sayıda kitap okuduğum sene oldu. Ayrıca sayfa sayısında da rekorumu kırdım. Mutluyum :)  

Bu yıl biterken twitter'da beni takip edenlere "kaç kitap okuyorsunuz ?" diye bir anket yaptım. Çok okuyanların adet vermesini rica ettim. Sonuçlar ilginçti. Bu anket sonucunda tanışıp takip ettiğim kişiler oldu, yeni yazarlar, siteler öğrendim. Goodreads'i kullanıp, onlarca yorum okudum.

2015'de  insanlık için küçük kendim için büyük bir adımı attım. Tankut Taner Çelik'in teşvik ve ısrarı ile e-book okumaya başladım. Daha önceleri "kitap dediğin elinde tutulur, koklanır, kütüphaneye koyulur" diyenlerdendim, hala da öyleyim ama ilk e-book'tan sonra fikrimi bir parça revize ettim. Yurt dışından alıp kargosuna kitaptan çok para verdiğim, zor bulduğum İngilizce kitapları e-book olarak okuyabilirim ve telefonumdan metro'da bile okuyabilirim fikrine ısındım.  Kindle, Kobo Books ve İfedix kitaplık süratle hayatıma girdiler. Henüz 2 e-kitap bitirebildim, elimde de epey var ama gelecek yıl 10 civarı e-kitap okumuş olmayı hedefliyorum.

Gelelim senenin  beğendiğim etkileyici kitaplarına.

Öteden beri(1987) tarzını çok beğendiğim Orhan Pamuk'un "Kafamda Bir Tufalık" bence en güzel ve Masumiyet Müzesi'nden sonra en rahat  okunan kitaplarındandı. 

Geç keşfettiğim Dave Eggers'ın Kral için Hologram bu yıl okudum müthiş bir romandı. Hızımızı Tadacaksınız da bu yıl okuduklarımdan. Dave Eggers'ın Hornby tadında "konuşurmuş" gibi ve ince mizahlı bir üslubu var ve ben çok seviyorum. Vahşi Şeyler masamda duruyor, 2016'da ilk fırsatta okuyacağım.

Moda'da geçen Berlinli Apartmanı romanıyla çok beğendiğim Yaprak Öz'ün bir bölümü Büyükada'da geçen ikinci romanı  Şeytan disko  ilkinden bile güzeldi. Büyükada demişken, bir gün vapura yetişirken aldığım Alberto Modiano'nun Büyükada Arkamdan Bakar kitabı, Büyükada'nın yetişemediğim yıllarından naif bir hayatın hikayesi olarak beğendiklerim arasına girdi. Kitapta geçen dükkanın yerini tahmin ediyorum, kesinleştirmek için yanındaki emlakçıya soracaktım, unuttum. Şimdi  yazarken aklıma geldi.

İran'ın bir nükleer denemesi için Dilovası'ndan seçilen bir reklam yıldızının hikayesini anlatan Yutturmaca-Rasim Açba ve 53.Risale -Osman Balcıgil Temmuz sıcağında geceleri sahur vaktini beklerken okuduklarımdan.

Bir arkadaşım "Issız bir adaya giderken yanıma üç kitap almak zorunda kalsam bir tanesi Eduardo Galeano'nun Aynalar'ı olur" demişti. Issız olmasa da sessiz ve sakin bir adaya giderken yanımda götürdüm. Çok zengin bilgilerle dolu bir kitapmış.

Bülent Sağman ülkenin keşfedilmemiş dahi yazarlarından. Büyücü Tekir (okuduğum en iyi futbol kitaplarından biridir ) ve Her Şey Akar kitaplarını okumuştum. Korkuyorum Sevgilim de onlar kadar güzeldi. Okumadığım tek kitabı kaldı, İkinci Hanımefendi. Onu da aldım, hazırda bekliyor. Büyücü Tekir'in bir de çizgi romanı var: Bir Zamanlar Sahalarda. Onu da futbolseverlere tavsiye ederim.  

Cahide Birgül'ün hazırladığı Aklın Yolu Bindir- Talat Halman kitabı'ndan çok etkilenmiş ve kitap için sayfamda yazmıştım

Dilek Neşe Açıker Gündüz Kelebeği romanını hazırlarken yazdığı bölümünü okutmuş fikrimi sormuştu. İlk defa duyduğum bir konu demiş ve çok beğendiğimi söylemiştim. Yalan söylemeyeceğim arkadaşlarımdandır ! Kitabı yayınlandı ve Neşe bence ilk kitabının çok ötesine geçti, şimdi üçüncü kitapta beklentim daha fazla. 

En çok kitap sohbeti yaptığım Alper Almelek mutlaka okumalısın deyince alıp 1,5 günde Emile Ajdar'ın Onca Yoksulluk Varken'ini  okudum. Emile Ajdar'ın hikayesi de ilginç...

Ahmet Zeki Muslu'nun Mor Cepkenliler'i Ege, Kurtuluş Savaşı, Zeybekler üzerine nefis bir roman. Önceki kitapları da alınacaklar listemde.

Bu yıl 10 civarı Türkçe futbol kitabı okudum. En beğendiğim sadeliğiyle, anlatımıyla, örnekleriyle Elif Çongur'un Senin Adamın Gol Diyo kitabıydı. 

Andy Lloyd Willams'ın Robin Van Persie kitabı ilk e-book'um oldu. Yazar biyografi hazırlanması için ilginç bir yöntem kullanmış. Van Persie'nin hakkında çıkan onlarca haber ve yorumla bu kitabı hazırlamış. Sanırım Robin veya adı geçenler ile ilave görüşme yapılmamış. Fenerbahçe'nin ne kadar yüksek ego da ne kadar büyük bir yıldız aldığını anlamak için nefis bir kaynaktı. Futbola ilgi duyanlara kesin tavsiye ederim.

Dünyamızın Fatihleri-J.G.Leithasuer, Annem sizi derse bekliyor-Can Kartoğlu Gürses, Dünyanın dört bucağından-Abdi İpekçi, İstanbul Şifresi-Laurence O'Bryan, Babalar ve Oğullar-Turgenyev, Bütün Öyküleri-Yusuf Atılgan, Uçuş 345- Cenk Kayakuş mansiyona layık görülenler oldu.

Gelelim senenin en iyi 6 kitabına !

5. Körlük- Saramago. 
Saramago ile ilk tanışmam ! Bir gün bir ülkede insanlar kör olmaya başlıyor, bir kişi hariç... Müthiş bir aklın kurgusu ! Filmi nasıl çekilir dedim, çekilirmiş. Julianne Moore'un oynadığı film de nefis.



4.Boş Koltuk-J.K.Rowling
Bir kasabadaki seçim hayatlarını onun çevresinde döndüren insanlar. Dili müthiş. Tavsiye üzerine okudum, iyi ki de okumuşum.



3.Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş-Saramago
Saramago'nun Başyapıtı Körlük'tür yazısını çok okudum, katılmıyorum. Bence bu kitaptır. Bir gün bir ülkede 1 Ocak itibariyle kimse ölmemeye başlıyor. Büyük bir mucize olarak görülse de kabusa dönmesi az sürüyor.

2. İzansız Mahalle-Mehmet Ünver
Kitap fuarında Yitik Ülke standında yayın evinin sahibi Kadir Aydemir'in tavsiyesi ile aldım. Kitabın arkasında senenin en iyi kitabı yazıyor. Abartı diye düşündüm, değilmiş. Nasıl olur da bu kitap yılın en çok okunanları arasına girmez hayret ! Doğan Kitap'tan çıksa girerdi...Maalesef ülkemizde böyle bir gerçek de var. Çocuk gözünün saflığıyla İstanbul'da bir mahallenin 1961-62 yıllarındaki bir yazı nefis anlatılmış. İçinde yaşar gibi olduğum romanları severim, bu da öyle.


1.İmkansızın Şarkısı- Murakami
Sene içine Murakami'nin ciddi hayal kırıklığı olan Uyku, en iyi romanlarından birisi olmayan Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu'nu da okudum. Elephant Vanishes telefonumda benimle beraber geziyor, ara sıra okuyorum. İmkansızın Şarkısı Murakami'nin en iyi kitaplarından bu kesin ama en iyisi mi tartışılır. Çok zorlanarak bir sıralama yapsam Zemberek Kuşu'nun güncesi 4. olur 1Q84 ve İmkansızın Şarkısı aynı puanla 2.ve 3. sırayı paylaşır, Sahilde Kafka küçük bir farkla birinci olur. İmkansızın Şarkısı'nın filmi çekilemez demiştim, Norwegian Wood'u izledim. Yine erken konuşmuşum...




Futbol Enteresan Bir Oyun


O gün sahada 17 yaşında iki yaşıt futbolcu vardı. 

Misafir takımdaki kariyerinde 3.kez A takım formasını giyiyordu. Ev sahibi takımdaki oyuncuysa ilk kez. Misafir takımdaki oyuncu 90 dakika sahada kaldı ama yenilgiye engel olamadı. Ev sahibi takımdaki oyuncuysa son 20 dakikada oyuna girdi, maçın bitimine dakikalar kala bir de gol attı. Takım arkadaşları onu omuzlara aldılar. Misafir takımdaki oyuncu o görüntüye bakıp "orada ben de olabilirdim" demiş midir ? Bilemiyoruz. Futbol enteresan bir oyun. Neler getirip neler götüreceği hiç belli olmaz...
...
...
Futbolun içinde tesadüfler bolca var ama galip gelen daima haklıdır diye bir kural da var. Fenerbahçe kazanıyor, zor oluyor ama kazanıyor.

Sivasspor maçı öncesi bir çok Fenerbahçeli "tam hayalimdeki kadro" demiştir. İki gerçek kanat oyuncusu ve bir gerçek forvet. Vitor Pereira'nın yerinde olsam bir akşam tüm futbolcuları Samandıra'da film salonuna toplar ve Robin van Persie'nin Feyenoord, Arsenal, Manchester United ve Hollanda milli takımında attığı yüzlerce golü seyrettirir ve "bakın, beraber oynadığınız bu adam dünyanın en büyük golcülerinden biri. Kıymetini bilin" derdim. Böylelikle kendim de izleyip faydalanmış olurdum !

İkinci yarı bu görüntüden 17 tane tüm hayalleri gerçek yapar

Dün 90 dakika sahada fiziksel olarak güçlü bir görüntü çizen Robin Van Persie'nin yaptığı koşuları seyrettikçe, bir forvet oyuncusu nasıl top almak için hareketli oynar ve bir takım bunun nasıl farkına varmaz konulu iki ders çıkarmak mümkündü. 

Elbette sadece aksiliklere odaklanmamak gerek. Fenerbahçe hatalı hakem kararlarına ve sertliğe takılmamak için ilave güç gösteren bir takıma büründü. Zor gol atıyor ama çok zor pozisyon veriyor. Sezon başındaki gibi, gol yediğinde disiplinden kopmuyor. Farkı yakalamak, rahat maç izlettirmek henüz bu sezon için Fenerbahçe'nin taraftarının tattırmadığı nimetler..."Böyle şampiyon olunacaksa hiç olunmasın" diyenler şampiyonluk kutlamalarında en ön safta olurlar, onlara hiç ,takılmamalı.

Markoviç'in patlayıcı gücü, akıllı koşuları görsel olarak nefis. Görselliği skora yansıtmak için zamana ihtiyacı var. Yoluna Ersan gibiler çıkıp saha dışına atmadıkça futbolu daha da gelişecektir. Mehmet Topal 3 yıldır futbolunu bir lego binası inşa eder gibi büyütüp kat çıkıyor. Danışman  statüsündeki Josef dün iyi bir maç çıkardı. O mevkiden beklenti büyük, Josef'e verilen bonservis de büyük. Dinlenmiş Josef ikinci yarıda 4-5 maçı soyadı gibi oynasa kafidir. Volkan Şen bu takımda ilk 11'de de oynar, yangın anında devreye girip söndürücü olarak da. Kjaer gibi hem sert defans yapan, hem gol gol atan stoperler nimettir.

Vitor Pereira'nın basın ile atışması, yeni bir karar ile soru almaması Fenerbahçe'ye fayda sağlamaz, saçma sapan sorular soran bazı muhabirlerin ders almasını beklemek de akla sığmaz. 

Tarih, Fenerbahçe'nin en çok çantada keklik maçları kaybettiğini yazar. Dün maç öncesi öyle bir hava vardı, hoca ve takım işi ciddiye alarak devreyi çok iyi bir puan ile kapattılar.

Futbol enteresan oyundur. Şenol hoca ve Fenerbahçe iyi bilirler bazen 81-82 puan bile şampiyonluğa yetmez.

Futbol enteresan oyundur. Dünü yoktur bugünü vardır. Girişte anlattığımız hikayenin kahramanlarını tahmin edememiş olanlar olabilir. Yaşıt olan iki futbolcudan o gün misafir takımda olan Ozan Tufan, ev sahibi takımda olan da Beykan Şimşek idi. Dün gece ev sahibi/misafir olarak yer değiştirdiler. Biri kaçırdı, biri attı ama ikisi de büyük futbolcu meziyetlerine sahipler. Belki bir gün aynı takım formasını bile giyerler...

2012-13 sezonu Fenerbahçe-Bursaspor Kupa maçı 



21 Aralık 2015 Pazartesi

Gençlik Parkı Tarafındaki Kale

Radyodaki spiker "Ankara'yı bilenler için söylüyorum, Fenerbahçe ilk yarıda gençlik parkı tarafındaki kaleye hücum edecek" dediğinde yüzünüzde tebessüm olduysa bir zamanlar Ankara'da yaşamışsınız ve ikinci yarıda bizim tarafa hücum edecekler diye sevindiğiniz gün aklınıza gelmiştir... Fenerbahçe taraftarına ayrılan yer hep aksi taraftaki kale arkası olmuştur... Gençlik parkı tarafındaki kaleye Cemil'in, rahmetli Kayhan'ın, rahmeti Selçuk'un (K.İrlanda) gollerini, Yaşar'ın kurtardığı penaltıyı anımsıyorsanız yaşınız 40ların üzerindedir.  Saha küçüktür, golün anlaşılması 1-2 saniye sürer, sevinç ise her zaman büyük olur.

Fenerbahçe son 5 şampiyonluğunda da Gençlerbirliği'ni Ankara'da yenmişti. Dün de yenmek için sahaya çıktı. Pereira'nın Diego ve Josef tercihlerini ilk 16 haftada Fenerbahçeliler çokça sorguladılar, kalan 18 haftada da sorgulanacak gibi. Bir bildiği vardır diyenler şimdilik haklı. İnşallah da öyle kalırlar.

Öğlen, elektrikçi dükkanına 1 saatliğine bakmaya gelen yandaki yorgancının oğlu ne kadar inisiyatif alırsa Josef de orta sahada o kadarını alıyor, yani çok az. Diego çok iş yapar gibi görünüp hiç bir iş yapmama becerisine sahip. Mehmet Topal, Josef&Diego ikilisinin maç başı ücretinin %50'sini alsa hakkıdır...Kanatlara gelirsek işte Fenerbahçe orada fark yaratıyor. Dün de öyle oldu. Gençlik parkı tarafındaki kaleye doğru hızlanan Markoviç topu Fernandao'nun kafasına çarptırıp golü attı desek yeridir. Tabii kafaya topu çarptırıp golü atmak deyince aklınıza ilk kim gelir desem ? Rapaiç-Yusuf-Samsun-Şampiyonluk cevabını verenler ile aynı fikirdeyim. 

Gençlik Parkı tarafındaki kaleye atılan son gol

İlhan Cavcav'ın çok yerinde tespit ettiği gibi Fenerbahçe'nin daha fazlasını atabileceği bir maçtı. Şansı yoktu, bir de Mete Kalkavan vardı. Nani'nin sabrının sınırını denedi. Vermediği penaltı kararlarında adil davranıp iki yarıya böldü: Fernandao'ya ilk, Diego'ya ikinci yarı. Alves'e kart göstermeyerek de adamın Noel tatiline tüy dikti...

UEFA Fenerbahçe'nin önünü açmak için Diego'ya 3 maç ceza verdi ve Pereira mutlaka bunu değerlendirip Ozan'ı takıma katmalı. Kazanan her zaman haklıdır ama Fenerbahçe taraftarı da 1-0'lardan kurtarılmalıdır. Diğer taraftan Fenerbahçe kalesini gole kapatan takım ve hoca da alkışlanmalıdır.

Durumu ne olursa olsun Gençlerbirliği zor deplasmandır, şifresini yukarıda vermiştik şampiyonluk yolunda önemli duraktır.

20 Aralık 2015 Pazar

Sabuzinho : Siz kimi elinden tuttunuz ?

Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük futbolcularından biri, çoğu futbol tutkununa göre uzak ara birincisi Pele'dir.

Bauru Brezilya'nın ufak taşra şehirlerinden birisi ve Pele'nin doğduğu, futbola başladığı yerdir. Yeteneği keşfedilir ve henüz 15 yaşında, Santos için oynamaya başlar. Pele Santos'a geldiğinden ilk defa denizi görmüştür, ilk defa şehri dışına çıkmıştır ve ailesini de özlemektedir.

A takım ile idmanlara çıkar, hazırlık maçlarında goller atar. Yeteneği anlaşılmayacak gibi değildir ve takım ile sözleşme yapar. Az da olsa bir para kazanmaya başlar. 


A takımda oynarken 21 yaş altı takımda da oynamış ve onların şampiyon olmasına yardımcı olmuştur. Çok mutludur...

Bir gün Santos'un 16 yaş altı takımı finale kalır ve yaşı tuttuğu için Pele'yi de oynatırlar. Maçın sonlarında Santos bir penaltı kazanır. Atışı tabii ki Pele kullanacaktır. Topun başına gelir, vurur. Top üst direğe çarpıp auta gider. Finali kaybederler. Kızgın taraftarlar bağırıp çağırırlar, 15 yaşındaki Pele yıkılır, hüngür hüngür ağlar.

O gece bir karar verir. Ayrılıp ailesine yanına dönecektir. Kulübün tesislerinde kalmaktadır ve kimseye görünmeden sabah erkenden kalkar, bavulunu hazırlar. 

Tam çıkarken kulübün hademesi diyebileceğimiz bir çalışanı "hey sen, gitmene kim izin verdi senin ? Tüm ufaklıklar binadan ayrılmadan önce yazılı izin getirmek zorundalar. Senin iznin nerede ?" diye sorar. Pele yalan söyler "iznim var, bırak beni gideyim, sonra getiririm izni" der ama bir gün önce kaçan penaltıdan da haberi görevli izin vermez. Kapıda ona bir hayat dersi verir ve "Herkes hata yapar. İşin özü bu hatalardan ders çıkarmaktır, onlara boyun eğmek değil" der. Pele kalır...Pele kalır ve yıllar sonra hayatını yazarken o gün için "çok şanslıydım. Geri dönseydim Santos beni geri getirmek için uğraşmayabilirdi " der. O hademeye de övgüler yazar. 

Bir tatil günü A takımın kalecisi, o hademe ve Pele balık tutmaya giderler. Hademe bir ara dengesi kaybedip kayalıklardan denize düşer ve boğulur... Futbola döndürdüğü Pele'nin 2 yıl sonra dünya kupası finalinde gol atacağını göremez.

O hademenin adı Sabuzinho'dur ve Pele onu hiç unutmaz.

Hayatımızda Sabuzinho gibi birisi olması veya bizim birisi için Sabuzinho olmamız dileğiyle.

13 Aralık 2015 Pazar

Öykünün sonu önemli...

Maç çıkışı bir vagon dolusu taraftar denizin altından geçiyorlar. Bir babanın kucağında bir kaç aylık bir bebek (o kadarcık çocuk için maçtaki ses zararlı notunu eklemeden olmaz...) var, anne ise 3 yaşlarındaki oğlu ile ilgileniyor. Dördünün ilk maçı olarak aile tarihine geçecek bir gün. 'İlk maçıma 3 aylıkken babamın kucağında gitmişim' diye başlayacak bir öykünün ilk cümlesi... Böyle bakınca her maçın kıymeti çok büyük. 

Ligin zor gol yiyen bir takımına karşı oynamak kolay değil. Hele son iki maçı 10 kişi oynamış ve yorgunsanız, hele bir de elit referee futbol dışı sertliğe karşı gözünde perdeyle maç yönetiyorsa...Hakem penaltıyı, elle oynamayı, ofsayt pozisyonunu, topun kimden çıktığını hatalı görebilir. Ancak rakibi yaralamaya yönelik sertlikleri görmemenin izahı olamaz.


Hal böyle olunca futbol ortamında binlerce dansöz, onlarca Zokora olur. Fenerbahçe'nin bu sezondaki artılar bölümüne hatalı hakem kararlarına takılıp kalmamayı da ekleyebiliriz. Tepki elbette olur,  oluyor da. Takdire konu olan takılıp kalma hakemle oynamama.

Maç öncesi Saracoğlu'nda kaptan Emre ve genç Semih'e sevgi gösterisi vardı. Her ikisi de futbolu çubuklu içinde bırakmalıydı ve hata aranıyorsa çoğunluğu onlardaydı... 

Enerjide Türkiye ne kadar yurt dışına bağımlıysa, Fenerbahçe orta saha enerjisi de o kadar Mehmet Topal'a bağlı. Josef danışman gibi takılıyor. Ozan top almakta, arkadaşları onu tercih etmekte cimri davranıyorlar. Diego çözüm gibi gözüken bir sorun. Çare Ozan'ı oralara ısındırmaktan geçiyor... Raul'un olmayışı da önemli bir şans. 

İlk yarıda Nani'nin aşırtması Fenerbahçe'nin gole en yakın olduğu andı. Ancak Portekizli çok top ezdi, çok tepki gördü, çok kişi de tecrübeyle sabit "bak bugün golü bu atacak" dedi ve haklı çıktılar...İşin ilginci Fenerbahçe'nin son 15 yıldaki en iyi 11'ini yapsak bu kadrodan alacağımız yabancı oyuncu olmaz ama bugün için Nani olmadan da olmuyor...

Badji atılacağım sinyalini maçın başında vermişken Abdullah Avcı'nın bunu görmemesi ve ısrarla oyunda tutması Fenerbahçe lehine oldu. Bu arada Caner ve Fernandao da hakemden birer sarı kart alacaklı olarak maçı bitirdiler. 

Nani'nin golü öncesi çok ilginçti. Israrla uzun top kullanıp bunları da istikrarla kötü kullanan Alves yine 50-60 metrelik bir pas attı. Islıklar geldi ama bu defa pas adrese teslim gitti. Nani ilk çalımı attı ikinci rakibi geçtiğinde Maraton tribünde Migros tarafına yakın oturanların tamamı kalecinin solundaki boşluğu gördü. Nani de gördü ve vurdu. Robin bu vuruşa saygı ve asist olarak başını eğdi ve Fenerbahçe 1-0 kazandı. 


Her 1-0 zordur ve Fenerbahçe'nin lig tarihinde en çok aldığı (272) galibiyet skoru da bu zor olandır.
Fenerbahçe ligde böyle bilgisayar kodlaması gibi 1-0, 1-0 gidecek gibi gözüküyor. 

Maç sonlarında Pereira'nun basın toplantıları hesap sorma / hesap verme şeklini aldı. Bu Fenerbahçe için hiç sağlıklı bir durum değil. 'Basın da kendine çeki düzen verecek' klişesini es geçip Pereira'ya destek olmak yönetim ve camianın ödevi olmalı. Zira hedef haklı olmak değil, dün babasının kucağında ilk maçına giden çocuğun öyküsünü "ve o sezon şampiyon olmuşuz" diye bitirtmek. 

1 Aralık 2015 Salı

Özlemiştik...


Önce beyin jimnastiği için iki varsayım üzerine konuşalım.

Birincisi tekneyle Temmuz ayında Atlantik Okyanusuna açılıp, TV internet ve gazeteden uzak yaşadığınızı, dün İstanbul'a dönen ve apar topar maça gelen biri olduğunuzu düşünün. Fenerbahçe'nin ilk yarıdaki oyununa herkes gibi mükemmel derdiniz. Belki "ah o baskıyla bir gol daha atsak" derdiniz. İkinci yarıdaki oyuna da "takım yoruldu, riske de girmedi" der geçerdiniz. 

İkincisi, Akhisar ile 2-2 berabere kalınan maçtan sonra Pereira'nın kovulup yerine Ümit Özat (bu ismi bilerek yazıyorum) veya Alman bir hoca (bunu sallıyorum) geldiğini düşünün. Fenerbahçe daha iyi bir yerde mi olurdu ? 

Fenerbahçe henüz ara duraklardan birinde. 13.Haftada lider olmanın zerre önemi yok. UEFA'da önce gruptan çıkmak, ilk yarıyı lider bitirmek ilk hedefler. O duraklarda konuşmamız daha sağlıklı olur ancak takımdaki genel iyileşme halinden bahsederken, Pereira'ya da teşekkür etmek boynumuzun borcudur. 

Fenerbahçe'deki dönüşümün baş mimarlarından biri Gökhan Gönül'dür. Onun dönüşünden bu yana 6 galibiyet 2 beraberlik alınmış. Elbette Alper, Hasan Ali, Mehmet Topal ve Fernandao'nun katkısını, Robin v.Persie'nin bahşiş verilmemiş garson tavrından uzaklaşmasını, Nani'nin TEOG'da sıfır yanlış çıkarmak gayretindeki öğrenci verimliliğini, Diego'nun yardımcı oyuncu oskarlığına soyunuşunu, Kjaer'in Hadigari'daki turist görüntüsünden Kasparov ciddiyetine geçişini de eklemek farz !

Özlenen dönüş
Ülke stadyumlarının bir çöl ıssızlığındaki tribünlerine bakıp Pazartesi gecesi 40.000 seyirci toplayan Fenerbahçe'yi ayrı bir yere koymamak hata olur. Sarı kanaryalar da bu seyirciye ve ekranları başındakilere 45 dakika açık büfe futbol ziyafeti çekti. Golün hazırlanışındaki oyuncu sayısı Nani'nin bitirişi kadar güzeldi. Rakip 10 kişi kalınca rakibi daha çok boğan takıma az rastlanır, keşke ikinci yarı da 11-11 oynansaydı. Fernandao'nun kafa golündeki Nani ortası da "asist gibi asist" sınıfındaydı.

Fenerbahçe maç boyu ne sertlikten yıldı, ne de mücadeleden ödün verdi. Bir de sevenlerine müthiş zevk verdi. 

Neticede 2-0'lık galibiyet ile Fenerbahçe zirvedeki koltuğuna geri döndü, özlemiştik.



25 Kasım 2015 Çarşamba

O yazın hikayesi: İzansız Mahalle

Hepimizin unutamadığı bir yaz vardır. Çok güzel tatiller geçirmeme rağmen, 12 yaşında 3 ay kaldığım (ve bir daha gidemediğim) Gemlik-Küçükkumla'daki tatilimin yeri ayrıdır...

Kitap fuarında Yitik Ülke standında kitaplara bakarken yayın evinin sahibi Kadir Aydemir, İzansız Mahalle'yi tavsiye etti, aldım. Arka kapağında "İzansız Mahalle yılın romanı olmaya aday" diye çok iddialı bir cümle dikkatimi çekti, abartılı buldum. Çünkü ne yazarı Mehmet Ünver'i tanıyordum ne de bu kitabın adını duymuştum. Kitap bitince cümlenin hiç bir abartı içermediğini düşündüm. İzansız Mahalle son yıllarda okuduğum en güzel kitap !

**
**

1960-62 yılları arası Boğaz'ın Anadolu yakasında Üsküdar- Kanlıca arası orta halli bir semte (ben Çengelköy diye düşündüm) bir sabah 2 genç kız taşınır. Oldukça dedikoducu olan mahalleli, kızları görür görmez "bunlar zilli" diye tanımlar ancak bu defa haklıdırlar. O kızların taşınmasından sonra o yaz semtte çok olaylı geçer ve bir daha hiçbir şey aynı olmaz. 

Babasını erken kaybetmiş, orta okula başlayacak bir çocuğun gözünden çok başarılı bir şekilde anlatılan hikaye bana Dave Eggers'in "Müthiş dahiden hazin bir eser (A Heartbreaking Work of Staggering Genius)"  kitabını hatırlattı. 

Mizahi bir üsluptaki kitapta mahalle hayatı, eve yatıya gelip gitmek bilmeyen misafirler, komşuluk, dedikodu, ölüm, aşk, yalan, kaçamak, argo, yeni tanışılan cinsellik, meşhur artistler (gerçek isim kullanılmamış ama bir tanesi Erol Büyükburç olabilir mi dedim ) ne ararsanız var.

Bir de kitabın kahramanının gündelikçi olarak her gün vapurla karşıya geçip, sis olduğunda geri dönemeyen ve çalıştığı evde geceleyip sabaha kadar çalışmak zorunda kalan annesinin hüzünlü hikayesi var. 

Kitaptaki bazı kahramanlar adıyla geçmiyor, bir tanesi de kitabı anlatan çocuğun ikizi... Eğer kitapta gerçek payı varsa bu ikiz ile yazar arasındaki ilişki nedir diye de düşündüm. Eğer bir ilişki yoksa ve kurguysa da güzel olmuş.

O yaz başlayıp çok karlı kış tatiline kadar uzanan eğlenceli ve yer yer hüzünlü bir hikaye.

Benim için yılın romanı adayıdır. 

Mehmet Ünver'in diğer kitapları (İblisler ve Yıldızlar, Pus, Zingara'nın aşkı) alınacaklar listeme girdi.

22 Kasım 2015 Pazar

Onun büyüklüğü başka bir büyüklüktür

Ligde 1987-88 sezonundan itibaren galibiyete 3 puan verilmeye başlandı. Doğal olarak gol sayısı da arttı. Fenerbahçe'nin o sezondan bu sezona ilk 11 haftada 2 gol üzerinde atamadığı olmamıştı. Bu seneye nasip olan bu sorun çözüldü.

Portekizli teknik adamın "Gol yememek de önemli" sözü doğrudur ama Fenerbahçe taraftarının önem sırasında üst sıralarda değildir. Pereira'ya tepkinin temelinde de az pozisyon vermek değil az pozisyon bulmak yatmaktadır. 

Mersin İdman Yurdu kadro kalitesiyle elbette Fenerbahçe ile mücadele edecek seviyede değildir ama aşağıda okuyacağınız Fenerbahçe övgüleri takımın iştahlı futbolunadır.

Hakimiyeti ele geçirerek maça başlayan Fenerbahçe'de Volkan Demirel ilk 20 dakikada, top toplayıcı çocuğa lavaş içi tantuni ısmarlasa ve afiyetle yese televizyon başındaki izleyiciden kimse farkına varmazdı.

Sezon başından beri orta saha "danışman" şeklinde takılan Josef de Souza'nın inisiyatif kullanıp, topla dripling yapması dünkü oyun/skor farkının ilk faktörüydü. Mehmet Topal'ın geçen yıllarda sıkça rastladığımız etkili oyunu ve Diego'nun ayağında top tutma takıntısından kurtulması da eklenince orta saha gibi bir orta saha oldu. Gökhan'ın yine Marmaray gibi kesintisiz çalışması, Alper Potuk'un da ona bağlı Kartal metro hattına dönüşmesi ile Fenerbahçe'nin hücumlarını çeşitlendirdi. 

Hasan Ali Kaldırım için geçen haftaki yazıda şöyle demiştik :

"Hasan Ali Kaldırım asla bir Caner Erkin değil. Caner sol bek olmasına rağmen bu takımın asist kralı, oyuncu kurucusu, dizginlenemeyen hırsına rağmen isyan ateşi. Hasan Ali ise iyi bir sporcu ve görev adamı. Gitsin çizgiden top çıkarsın, adam kovalasın ama yeri gelince Socrates ortası da yapsın... Bombadaki kırmızı veya mavi telden hangisini keseceğine karar veren James Bond soğukkanlılığı ile adam geçişi dünkü maçın en güzel hareketiydi. Öz güveni ve asistlerinin artması, gol için illa Galatasaray maçını beklememesi dileğiyle"

Sözümüzü dinledi, Galatasaray maçını beklemedi. Fransa 2016 için, "icat çıkartmazsa" Sinyor Terim'in en büyük şansı sağ ve sol beklerde 4 Fenerbahçeli futbolcu olacaktır. Övgü cümlelerimizden bolca nasibini alan, yeteneğinden zerre şüphemiz olmayan Volkan Şen'e de bir abisi Aygün ile Nobre arasındaki farkı ve gol atmanın önemini anlatmalıdır. 

Fenerbahçe'nin 3 golü de hazırlanış ve bitiriliş olarak özlenen güzellikteydi. Skor 3-0 olana kadar Kjaer ve Alves ikilisi minimum hata ile oynadılar. Dün gece oyuna sonradan girenler de dahil etkisiz oyuncu ve dolayısıyla mutsuz Fenerbahçeli yoktu !

İstekli oynayan ve attığı gol ile moral bulan Robin van Persie keşke oyundan çıkmasa ve maçın devamında Fernandao ile birlikte oynasaydı.  Bu da bu maç için Pereira'ya yegane eleştiridir.

Yüze vurur ifadesi, mutlu görünüyor Robin van Persie 
Sezon sona erdiğinde ve televizyonlarda Şampiyon Fenerbahçe yazısı yanıp söndüğünde "sezon başında alınan başarısız sonuçlar ve kötü futbol ile gönderilme noktasına gelen Pereira..." cümlesini okuma ihtimalimiz artıyor.

Sorunları veya başarıları sadece hocaya bağlamak büyük hatadır. Hoca, futbolcu, başkan, eski futbolcu, yönetici... Artısı eksisi ile değerlendirmeli, incitmemeli...

Son olarak,  Fenerbahçe maça "Başın sağ olsun Bülent Kaptan" pankartı ile çıksa ne kaybederdi diye düşünmek de gerek. Bülent Korkmaz'ın başı sağ olsun. Adı konamayan o büyüklük -bence- öncülüğü de barındırır. 

16 Kasım 2015 Pazartesi

Senin Adamın Gol Diyo


Konusu ne olursa olsun bir kitap insanı ismiyle cezbetmeli. Elimdeki kitap "Futbola dair düşünceler" adıyla çıksaydı ? Evet, Senin Adamın Gol Diyo nefis bir isim !



Elif Çongur'un  Hürriyet'teki yazılarını  yaklaşık bir yıldır takip ediyordum. Kitabını okuyunca 3 şey düşündüm. 

Birincisi, 3 sene önceki bir olay için yazılmışı, yeni bir kitapta okumak zordur, sevimsizdir. Bayatlama riski yüksektir. Senin Adamın Gol Diyo'daki tüm yazıları taze kalmış. Çünkü zamandan bağımsız  kaleme alınmış.  Hayatın içinden olaylar, anılar, duygular ve siyaset, futbolu /sporu tarif etmek için kullanılmış. Benzetmeler tam yerinde. Berkin Elvan'ı anlatırken küçükken mahallede topumuzu kesen adam benzetmesi, Selçuk Yula'nın vefatından bahsederken "Babam, Selçuk Yula'nın Bordeaux maçındaki golünden sonra radyoya sarılmıştı. Babam da yok, radyo da yok, Ferdi Özbeğen de yok, Selçuk Yula da  yok. Başkasını bilmem,benim çocukluğum ölmüştür" denmesi..

İkincisi, yazı lisanı /üslubu konuşma lisanı gibi ve bu benim en sevdiğim tarzdır, bilhassa futbol okurken/yazarken. Misal, doktora tezi gibi yazan Tanıl Bora'yı okumaya bilgim ve enerjim yetmez . Mizah da olacak, acı da, hayat dersi de, anı da, bilgi de, siyaset de...Katılıp katılmamak bana kalsın, yazı samimi olsun yeter ! 

Üçüncüsü, okumadığım çok yazısı varmış. 

Nasıl 10'da biten maç 9-9'a gelince tüm dünya mahallelerinde "otomatik olarak" 11'e uzarsa (bu da kitapta var...) bu kitabın da "otomatikman" devamı gelir.

Ben çok beğendim. Senin Adamın Gol Diyo'yu kesinlikle tavsiye ederim.

9 Kasım 2015 Pazartesi

007 Hasan Ali Kaldırım

Fenerbahçe taraftarı müşkülpesenttir. 

Bir şampiyonluk gecesinde stadyumdan çıkıp Bağdat Caddesindeki kutlamalara giderken Kızıltoprak civarına geldiğinde "tamam şampiyon olduk ama seneye bu kadroyla Avrupa'da işimiz zor, en az 5 takviye lazım" der ve beklentisini o seviyelerde tutar. Lig sürerken oynanan futbolu yavan bulma konusunda diğer takım taraftarlarından daha iştahlıdır. Fenerbahçe'de nelerin doğru gittiğini konuşacak çok az insan bulabilirsiniz ama herhangi bir Fenerbahçeli ile takımın ne kadar kötü olduğunu saatlerce konuşabilirsiniz. Elbette her hoca da bu durumdan nasibini alır; beğenenler azınlıkta, beğenmeyenler çoğunluktadır.

"Bence hoca kendini kovdurmak istiyor" veya "oyuncular hoca gitsin diye bilerek oynamıyorlar" gibi beyinlere zarar fikirleri Plaza'nın en üst katındaki CEO'dan da, temizliğinden sorumlu taşeron şirketteki işçiden de duyarsanız. 

Ancak her hocayı savunanlar, "bekleyelim sakin olalım" diyenler de çıkar. "Fenerbahçe, tarihinde sezon ortasında hoca değiştirip şampiyon olamamıştır" derler ve bu istatistik doğrudur ancak değişmez bir kural da değildir...

Vitor Pereira ise resmi maçlar başladığından beri lehine en az savunma cümlesi kurulabilen teknik adam olma ayrılacağına sahip. Bir gerçek daha var, kurnaz meslekler sınıfında üst sıralarda yer alan futbolcular da bunun nimetlerinden yararlanıyorlar. Sahada "ben bu formayı kaptırmayacağım" diye mücadele eden oyuncu sayısı da çok az.
...
...
İlk yarısı yavan, soğumuş nescafe'den bile tatsız geçen Fenerbahçe-Konyaspor maçında hocanın kadro tercihi haklı olarak tartışıldı. Tartışıldı ama vücut dili negatif Robin Van Persie ile ISO 9001 danışmanı şeklinde sorumluluk almayan Josef için sadece hocayı suçlarsak kolaycılık olur. Hatadan dönüldü, oyuncular değişti ve ikinci yarı Fenerbahçe sahici bir baskı kurabildi ve golü de hak ederek buldu. 

Diego için için bu takımın aradığı oyuncu kurucu değil diyebiliriz (ben de sürekli diyorum) ama dünkü gayreti alkışlanır. Alkışın üstüne, Konyaspor'un yegane tehlikeli atağını savuşturanın o olduğunu da belirtmek gerek. Hazır Diego demişken, Ali Turan'ın kungfu hareketinde darbeyi alıp faul yapmış(!) olması da büyük başarıdır ! 

Gökhan Gönül'ün olağanüstü gayretini verimliliğini Şener'e de bağlamak gerek. Gökhan'ın forması ilk defa tehdit altında ! Fenerbahçe son 6 maçta sadece 1 gol yerken 5 tanesinde Gökhan sahadaydı. Bu konuda hocaya ve tüm oyunculara da alkışı gönderirken Türkiye'de "gol yememe" konusunun bilhassa Fenerbahçe'de "Bol gol atamama" durumunu unutturmadığını da belirtelim.

Volkan Şen ve Ozan Tufan'ın oyuna katkıları çok. Ozan bir yatırım oyuncusu ve bol hata yapabilir ama aynı maç içinde o hataları telafi edebilecek futbol bilgisine , saha görüşüne de sahip. Tedavi için takımın daha fazlasına ihtiyacı var ama bu iki oyuncunun kısa dönemde kullanılmaları parasetamol etkisi yapar. 

Hasan Ali Kaldırım asla bir Caner Erkin değil. Caner sol bek olmasına rağmen bu takımın asist kralı, oyuncu kurucusu, dizginlenemeyen hırsına rağmen isyan ateşi. Hasan Ali ise iyi bir sporcu ve görev adamı. Gitsin çizgiden top çıkarsın, adam kovalasın ama yeri gelince Socrates ortası da yapsın... Bombadaki kırmızı veya mavi telden hangisini keseceğine karar veren James Bond soğukkanlılığı ile adam geçişi dünkü maçın en güzel hareketiydi. Öz güveni ve asistlerinin artması, gol için illa Galatasaray maçını beklememesi dileğiyle.

Sağ ve Solun bütünleşmesi başarıyı getirir.
Haklı olarak beğenilmeyen Fenerbahçe'nin durumuna dönersek, "Ah şu Bor madenlerimizi bir kullansak" gibi biraz hayalci bir beklenti içinde olmak yerine petrolünü ambargo yüzünden satamayan İran-Irak gibi düşünmek gerek. Takımın kadrosunda eksik mevki çok, hocası sürekli deftere not alıyor ama notları temize çekmiyor, seyirci sabırsız, bazı oyuncular benim burada ne işim var havasında ama Fenerbahçe minik bir kıvılcımla ligin tozunu atar, enseyi çok da karartmamak gerek. 
....
....

Maçtan önce bir arkadaşım "Acaba Aykut Kocaman takımı ısınmaya çıktığında çıkar mı, çıkarsa tezahürat olur mu ?" diye sordu. İstanbulspor'a transfer olduktan sonra ilk defa Kadıköy'e gelişini (İnönü'deki maçtan sonra) anlattım. Polemik olmasın diye soyunma odası koridorunda ısınmış sahaya dahi çıkmamıştı dedim. Dün de çıkmadı. Büyüklüğün, adamlığın tarifini sadece atılan goller ile yapamazsınız...   
    

5 Kasım 2015 Perşembe

Robben geliyor mu ?



Reklamda Fenerbahçe taraftarları FbYandex kullanarak arama yapıyor, kulüp para kazanıyor, Robben geliyor. 

Bir futbol takımının yönetim aklı, kadrosunun hüneri ve iş ahlakı, tribündeki taraftarının futbolu algılama becerisi yeterli değilse ve dahası bu 3 grup bunun farkında değilse gelen "yıldız" oyuncular yeni zengin müteahhitin son model Mercedes' inden öteye geçemez. Büyük oyuncu getirmek onların çılgınca egolarını tatmin etmek kolay değil, büyük oyuncu getirmek önemsiz de değil. Mesele yeteneklerini sahaya yansıtmak için elinden geleni yapanları ve yaptıranları bulabilmekte... 
...
...
Ajax'ın teknik heyetindeki Dennis Bergkamp ile Robin Van Persie Arsenal'da beraber oynadılar. Dennis emekliliği için gün sayarken Robin takıma yeni katılmıştı ve Dennis ona kol kanat geren abi rolündeydi. İlk sezonunda otomobil kazası yaptığında, Southamptan maçında anlamsızca kırmızı kart gördüğünde ve 1 sene sonra Hollanda'da tecavüz suçlamasıyla 2 hafta hapiste kaldığında onun kurtarıcısı, yol göstericisi olmuştu.


Robin'in dün geceki donuk oyunu için Dennis Bergkamp ne demiştir bilemiyoruz. Oysa biz, Robin'in Ajax taraftarlarıyla Feyenoord forması giydiği yıllarda yaşadığı kavgadan ötürü daha hırslı olabileceğini düşünmüştük. E pozisyon gelmedi adama diyenler de haklı, pozisyona girmek için gayret sarf etmedi diyenlerde...

Peki Nani ? Top cambazlığı fantezileriyle sorumsuzluk sınırında gezdiği bir maçı daha gördük. Oysa sezona müthiş istekli ve faydalı başlamıştı. Hal böyle olunca Fenerbahçe'nin ilk yarının ilk bölümünde gole giden ataklarında hep bir şeyler eksik kaldı. Tek pozisyon Souza'ya geldi o da olmadı. 

Maçın iki kilit adamı Volkanlar olabilirdi. Demirel birinci dakika Fenerbahçe'nin Avrupa tarihindeki en saçma golü yedirebilir, Şen Avrupa tarihindeki en güzel slalom gollerden birini atabilirdi. Şans Sarı Kanaryaların birinde yanında birinde uzağındaydı.

Yetenekler ve kariyerler ile başlayan kadro formda oyuncular ile değişince futbol da durağandan pozitife dönüştü. Van Persie'ye gelmesi gereken pozisyon Fernandao'ya geldi, Ajax taraftarı derin bir oh çekti.

Pereira'nın Raul yerine oyuna Ozan'ı alması, Ozan'ın da etkili oyunu orta sahadaki kuraklığa ilerideki maçlarda çare olabilir... Defansın bir hava topu dışında pozisyon vermemesi gecenin 1 puan kadar kıymetli kazancıydı.

Kadıköy'ün Zühtüpaşa mahallesi kadar nüfusu ile grubun hakimiyetini ele geçiren Molde sayesinde Fenerbahçe ikinci sıradaki yerini korudu. Celtic maçında gelecek 3 puan yola devam ettirir, kervan yolda düzelir.

Son olarak, Fenerbahçe'nin ceza sınırında olduğunu bildiği halde taşkınlık yapan ve ne var bunda diyen cahil bir kitlenin varlığı ne kadar acı veriyorsa şu pankartı hazırlayanların varlığı da o kadar gurur veriyor.




26 Ekim 2015 Pazartesi

Migren

Galatasaray derbisi Fenerbahçe için tüm maçlardan daha kıymetlidir. Futbolcular için sevabı boldur. Misal, Şenol III derseniz, ilk olarak Galatasaray'a attığı goller akla gelir... Senede tek bir maça gitme şansı olan taraftar bu maçı seçer. Futbolla en ilgisiz görünen arkadaşınız bu maç öncesi çubuklu forma ile fotoğrafını paylaşır. Dolayısıyla galibiyet Fenerbahçe'nin en doğal hakkı olarak görülür.

Dün gece üzülerek gördük, Fenerbahçe'nin üstün oynadığı maçlarda hanesine 3 puan yazdıramama durumu bir alışkanlığa dönüşüyor. Fenerbahçe öne geçtiği maçlarda galibiyeti korumak için çareyi skoru artırmak olarak değil, skorun üstüne yatmak olarak görüyor.

Galatasaray maçı özelinde hiç kimse, bu maçın hakkı Fenerbahçe'nin galibiyetiydi dışında bir yorumda bulunmaz. Ancak futbolda test sınavları gibi sonuç önemlidir, klasik sınavlardaki gibi gidişattan puan alamazsınız...
...
...
Fenerbahçe sahaya, belki de tarihinde ilk kez, kadrosunda Kadıköy'de ezeli rakibine gol atmış bir oyuncu bulunmadan çıktı. İstekli başladı, Muslera autları 15 saniyede kullandı ve Fenerbahçe hak ettiği golü de buldu. 

Çok etkisiz ve güçsüz  Robin ve  çok top tutan Nani'ye bir de pas tercihlerinde çok hata yapan Diego ve Markoviç de eklenince Fenerbahçe ikinci gole çok uzak kaldı. 

29 yıl önce büyük usta İslam Çupi bir futbolcu-teknik direktör tartışmasında şöyle yazmış:

Bir büyük futbolcuyu hangi teknik direktör hangi akılla ezer veya ezmek ister ?
Bir büyük futbolcu teknik direktörün silindiri ne kadar acımasız olursa olsun kendini nasıl ezdirir ?

Robin Van Persie gol kaçırabilir, kötü oynayabilir. Kariyeri en büyük kredisidir ama dün geceki sorumsuzluk sınırında gezen etkisiz oyunu, Pereira ile arasındaki sıkıntılardan, kendini "ezdirmemiş" olsa bile sağlam çıkmadığını işaret eder.  

Duran top savunmasında hata yapma takımın baş ağrısı olmaktan migreni olmaya doğru ilerliyor. Olcan'ın kafa vuruşuna kadar Ba kusursuz oynadı, defansın kademeleri ve adam paylaşımı da yerindeydi. Fenerbahçe'nin geçmişteki iki de Souza'dan fazla maliyet ile gelen Josef'ten hucum katkısı beklenmesin deniyor, peki. Ancak o kafaya izin vermemesi de beklenmesin mi ? 

Oyuncu değişikliklerinde çıkanlar için sözümüz yok. Sıkıntı zamanlama ve girenlerde.  Raul'un tercih edilmesini pasaportu dışında bir nedenle anlatmak çok zor. 
...
...
Yazsak anlayan olur mu ama yazalım. Tecrübeyle sabittir, skor garanti olmadan 4 tribünün sarı lacivert şampiyon Fener tezahüratı hatalıdır, gereksizdir. 

Pereira için Osmanlıspor maçı skoru köprüden önceki son çıkıştır. 

Fenerbahçe'yi İstiklal savaşı yıllarında cephede ve futbol sahasında temsil eden efsane isimlerinden Demir Ethem'in oğlu Berkant Bellisan'ın söylediği gibi Fenerbahçe'yi sadece bir futbol takımının aldığı neticeler sananlar yanılmaktadır.



ve bir başka migren de 17.yılına girmiştir.

1 Ekim 2015 Perşembe

Efe Ambrose'nin Geri Pası

Sezonların kırılma anları vardır. Bunları sezon devam ederken anlayamaz veya yeterince değerlendiremezsiniz. Sezon biter o zaman anlam kazanırlar. Tayfun'un Altay'a golü, Ahmed Hassan'ın kafa vuruşu öncesi faul, Gökhan Ünal'ın Kayseri'de son dakika golü, Mert'in kurtardığı penaltı gibi... Tabii burada da kişiye göre durum değişir. Birinin "kırılma anıydı" dediğine diğeri "değil asıl şuydu" der...

Fenerbahçe hiperaktif kişilik sergileyen ( Telif Hakkı: Dilek Neşe Açıker) hocası durulursa, defans göbeği rakiplere kafa vurdurmayı azaltabilir hele hele bir de takviye görürse, forma adaletli dağılırsa,  orta saha hemen dağılmazsa, sezon sonu mutlu biterse, kırılma anlarından birine "Celtic'deki Nijeryalı'nın geri pası" denecek ve  "adamın adı Efe Ambrose'ydi" diyen de  çıkacaktır. O geri pası ve Fernandao'nun golü olmasa kötü şeyler olur muydu ?  Burası Türkiye...

Gol makinesi diye aldık gol makinesi çıktı.

Celtic maçı Beşiktaş maçına benzer başladı. Hakem kötü, defans daha kötüydü...Hücumda tek başına İskoçların solunu delen Şener savunmada yine yanından hızlanarak geçen adama bir orta yaptırdı ve orta gol oldu. Defans gol pozisyonları dahil adamları paylaşamadı. Bir odada birisi esnemeye başlayınca herkes başlar misali Raul'un etkisizliği Ozan'a da sirayet etmişti. Hepsine rağmen İngiliz spikerin "yellow canaries" dediği ve bu söylemin her zaman yakıştığı Fenerbahçe yine maçı 2-0'dan 2-2'ye getirdi.Bu defa oradan ileri de gitmedi, geri de...

Hoca Ba'yı oyuna alınca fondip yapan, ayetel kürsi'yi okuyan, dil altı hapı alan, kafasına havlu sarıp balkona çıkan çok oldu. Geçen hafta "golcü molcü değil" denen Fernandao "tam aradığımız golcü" oldu. Haftaya "çok havalandı" da olabilir, 3 hafta sonra "maçtan önce hattrtick yapacak dedim" cümlesine özne de...Kısmet.

Fenerbahçe'nin bu yıl ligde çok başarılı olacağı, Avrupa kupalarında spikerlerin bol bol "gooool" diye bağıracağı senaryolardan hangisini hayal ederseniz edin, başrolde Robin Van Persie olmak zorunda. Onsuz ihtimaller Bruna Alaves'in isabetli uzun top atma ihtimalinden düşük...

Forvetler defansın yedirdiğinden bir fazlasını mı atacak, defans forvetin  attığından bir azını mı yedirecek göreceğiz. Görünen köye göre forvetler fazla mesai yapmak zorunda kalacaklar. Bir de Mehmet Topal Fernandao, Nani, Diego ve Robin Van Persi'nin bir arada oynadığı maçlardan sonra özel prim isterse olumlu karşılanacaktır.

Görünen köye göre kılavuzsuz devam edersek, bir sonraki maçta sol bek olarak muhtemelen Caner oynayacak ve Hasan Ali Kaldırım "nerede hata yaptığını" düşünecektir. Fenerbahçe, "hoca herkesi hazır tutuyor" ve "sistem yok arkadaş" görüşlerinden birer bölüm sunarak lige devam edecektir. Avrupa ligi maçları pek zor geçecektir. "Ben olsam bu kadroyla çıkmam" sözünü her Fenerbahçeli yeterince söyleyecektir.

Son olarak Fabiano'yu bu maçta beğendim ve hatıralarımda böyle kalmasını isterim. Oynayarak mı oynamayarak mı bilemem...

Aklın Yolu Bindir-Talat Halman

Ankara'da babamın kitaplığında çocukluğumdan beri vakit geçiririm. Yıllarca sayısız kitabı tasnif etmek için uğraştım ve bir yere de geldim. Yüzlerce kitabı hediye ettim, sahaflarda bizde olmayan ile değiştirdim. Serilerden eksikleri buldum,aldım. Bir çok kitabı okumak için ayırdım ama sıra gelmedi. Uzunca süredir sırada olan bir tanesini İstanbul'a gelirken yanımda getirdim. Yaşamını çok merak ettiğim Talat Halman'ın söyleşi şeklindeki biyografisi olan "Aklın Yolu Bindir-Talat Halman Kitabı" Söyleşiyi Cahide Birgül yapmış, çok da iyi hazırlanıp yapmış.



Kitabın son sayfalarında Talat Halman "Hep ünlü olmak istedim ama istediğim üne hiçbir zaman ulaşamadım" diyor. Okurken düşündüm, haklıydı. Hayatını okuyuncaya kadar onun bu kadar farklı alanda renkli işler yapan bir insan olduğunu bilmiyordum. Bilseydim, Talat Beyin Bilkent Üniversitesinde hocalık yaptığı dönemde (ki vefat ettiği 2014'e kadar yaptı) ben de üniversitenin mezunlar derneğinin başkanıydım. Mutlaka kendisinin derneğin onur üyesi yapılmasını sağlar, konferanslar vermeye ikna ederdim. İkna ederdim derken kendime güvenerek değil, Talat beye güvenerek söylüyorum. Zira kitabında konferanslar vermeyi çok sevdiğini ve kendisini Türkiye'nin en iyi konferans verenleri arasında hatta ilk sırada gördüğünü okudum.

Talat Halman edebiyata özellikle şiire aşık bir insan. Aynı zamanda kültür bakanlığı, seçkin üniversitelerde hocalık, Radyo programcılığı, bir plak şirketinin getir götür işleriyle başlayıp genel müdürlüğüne yükselen bir hikaye ile yöneticilik, yazarlık, çevirmenlik (çoğu kimsenin çevirmekle uğraşmayacağı şiirleri Türkçe'den İngilizceye, Shakespeare sonneleri'ni, Eskimoların ve eski uygarlıkların şiirlerini Türkçe'ye çevirmiş !), Milliyet Gazetesinde köşe yazarlığı, kültür büyükelçiliği, tiyatroculuk yapmış.  İş hayatı dışında da yaşamayı bilen,seven birisi olduğu hemen anlaşılıyor.  

Kitabında anılarını ve hayatını samimiyetle anlatmış. Belli olaylarda isimleri vermek istememiş...Yabancı dile büyük önem vermiş, yabancıları hayrete düşürecek ve kendine fırsatlar yaratacak şekilde çok iyi İngilizce konuşmuş ama Türkçe'nin değerini de hep savunmuş. Köşe yazarlığı,  akademisyenliği, büyükelçiliği ve bakanlığı süresince  hep objektif olmak istemiş ve bence olmuş. Uluslararası konferanslarda ve toplantılarda nazik ve cesur olmuş (özellikle Asala döneminde Ermenilerden gelen tepkileri hep olgunca karşılayıp dinlemiş ve cevap vermiş) Olaylara hep iyi-kötü ekseninden bakmayı becermiş.

Siyasi anıları çok renkli, iki tanesini yazayım. Bakanlığı sırasında Niğde'ye bir etkinlik için gidiyor. Dönerken yanında bulunanlardan biri "CHP Niğde milletvekili falanca iki kasa gazoz hediye etti,arabanın bagajında" diyor. Talat bey "geri dönelim, iade edelim bakan hediye almaz diyor" ama yolun yarısındalar. Ertesi gün 2 kasa gazozu bakanlıktaki odacılara ikram ediyor. Milletvekiline "haberim olmadan hediye vermişsiniz, teşekkür ederim nezaketinize...Bunu bakanlığa verilen hediye olarak kabul ettim ve odacılar dağıttım" diye mektup yazıyor... Annesi vefat ettiğinde gelen yüzlerce çelenk sahibine tek tek teşekkür mektubu yazıyor ve pul parasını cebinden ödüyor. Aslında Özal dönemine kadar Türkiye'de devlet idaresinde bulunanların çoğunluğunun bugün şaşkınlıkla okunan benzer hikayeleri vardır...

Halman'ın yıllar öncesinden dünya çoğunlukla siyasetine yönelik, bazıları tebessüm ile karşılanan tahminleri de olmuş. SSCB'nin dağılıp Türk Cumhuriyetlerinin kurulacağı, KKTC'nin kurulacağı, AB'ye Türkiye'nin alınmayacağı, Orhan Pamuk'un Nobel Edebiyat ödülü alacağı gibi... Başka cesur tahminleri de olmuş, kitabı okuyacaklar olacağından yazmayayım.


İngiltere Kraliçesinden, Nihat Erim'e, Robert Kolej'deki ilginç hocalarından (Baha Toven bence en ilginci), UNESCO'daki seçimlerdeki İrlandalı delegeye kadar geniş bir çevreden anıları ve bu anılar içinde detaylı insan tahlilleri var.

Kitabı bulanlar okusunlar, pişman olmazlar.
Kitabın sonunda yer alan Canevi şiirine gelince, hikayesini de okuyunca tekrar tekrar okunur... 

28 Eylül 2015 Pazartesi

Hakem, Şans ve Bir Kitap

Türkiye'de hakem, dünyada futbol şansı düzeltemeyeceğiniz bir faktör ama Fenerbahçe'nin kendi içinde düzeltebilecekleri çok !

Sırasıyla gidelim. 

Özkahya ekibiyle beraber yeteneksizlik ve art niyet konusunda master tezlerini verdiler.

Türkiye'de yeteneksiz ve vasat hakemlerin mesleğe devam etmesinin hatta yükselmesinin önünde hiçbir engel yok !  Türk hakemliğinde herkes bir gün elit olabilir. 

Halis Özkahya olmayan bir olayı olmuş gibi "bana tükürdü" diye raporuna yazmış ama ısrarla mesleğe devam ettirilen ve ısrarla da hatalar yapan bir hakem. 

Ersan'ın kırmızı kart ısrarına direnci, Beşiktaş'ın ilk golünde atlanan(!) ofsayt ve son golünde görülemeyen(!) faul, Bir Fenerbahçe bir de Beşiktaş atağının hatalı ofsayt kararı ile kesilmesi, Beşiktaş lehine bir penaltının güme gitmesi, Şener ve Markoviç'e yapılan faullerden birine kart çıkmaması diğerine faul bile verilmemesi, maçın uzatma anlarında Fenerbahçe ataktayken maçın bitirilmesi, Robin Van Persie'nin istediğim yerde ısınırım tavrına "iyi peki öyle olsun" demeleri. İlginçtir ekibin tek doğru karar Volkan'ın çizgiyi geçmeyen topu ! 

Peki, Fenerabahçe her maç "hakemi de yendik" deme zorunda mı ? Mevcut şartlarda maalesef evet. Çözüm için maç sonunda konuşmak yeterli olsaydı hayat çok kolay olurdu...

Top da seni sevecek

Fernandao'nun uçarak vurduğu kafanın kaleciden, Robin Van Persie'nin direkten ve sonra ayağından çıkan topları için şansızlıktan başka bir açıklama olamaz. Çözümü var mı ? Elbette. Daha fazla denersen şansızlığı yenersin.

Forma Adaleti ve Takıma Hakimiyet

Derbiye iyi başlayan, pozisyon bulan Fenerbahçe golü bulan ise Beşiktaş oldu. Yukarıda yazdık, ilk gol ofsayt ama boy ortalaması en yüksek stoperlere sahip Fenerbahçe'nin bu kadar kafa topu vermesi ve sezon başında bu bölgeye takviye yapılmayıp "idare ederler" denmesi akıl alır gibi değil. 

Raul bir maçlık inisiyatif alma dönemini sona erdirip amirine sormadan iş yapmayan devlet memuru vasatlığına geri dönmüş durumda ve 90 dakika sahada. Yazık... 

Caner ligin en kıymetli oyuncularından. Sakat olamadığı her maçta oynatırım diyenlerdenim. Ancak Hasan Ali Kaldırım "bu formayı hak etmek için daha ne yapayım ?" demişse haklıdır. 

Hocanın şu kitabı mutlaka ama mutlaka okuması gerek:

Bir kitap okudum hayatım değişti- Pereira (İnşallah)
Okudum diyorsa çaresiz "önümüzdeki maçlara bakacağız"

Antrenör tercihi ile inat arasındaki ince çizgide kaybeden Fenerbahçe olur.

2010-11 sezonunu şampiyonluğu 1 gol farkla belli oldu ! Fenerbahçe ikinci yarıdaki maçta Beşiktaş'ı 2 farklı yenebilir mi ? Mümkün. O halde son dakikada Volkan'ın ileride ne işi var Pereira hocam ? 

Celtic maçı önemli bir futbol, Akihsar maçı önemli bir ciddiyet sınavı olacaktır. Ligde Fenerbahçe'nin Akhisar ile oynadığı son 3 maçı kaybettiğini hatırlatmaya gerek yok...